
Kadından Kentler (Murathan Mungan)
Adana Sıcağında Erguvanlar‘dan
“‘Bir İstanbullunun iki şeyi bilmesi gerekir,’ derdi anneannem. ‘Çiçeklerin ve balıkların mevsimlerini.’ Bunları bilmeyen İstanbullu değildir. Haa, bir de rüzgarlarını tanıyacaksın İstanbul’un. Lodosu, poyrazı, karayeli, keşişlemeyi…’ Çocukken çok severdim onu. Penceresenin önündeki divanın kocaman, davul gibi gergin yastıkları vardı, o yastıklara abanır, Üsküdar, Beylerbeyi sırtlarına bakar dururduk. Geçen gemileri seyrederdik.”
“Mimozalar, Erguvanlar, Mor Salkımlar, Leylaklar, Hanımelleri, Güller, Ortancalar, Ihlamurlar sırasıyla açar.“
Trabzon Burması‘ndan
Şimdi söylemiş gibi kulağının dibinde duyuyor annesinin sesini. O daha küçücük bir çocukken bile, “Sanat altın bilezik, kızım,” derdi annesi. “Bir sanat öğren! İyi kötü bir sanatın olsun.”
Hayatın kilidinden söz eder gibi söylerdi bunu. Ne olursa olsun, kızının bir sanat sahibi olmasını isterdi. Onun “sanat”tan anladığı daha ufak tefek şeyler, daha kadıncıl işlerdi elbet. Bunu söylerken kızının büyüyüp bir gün doktor olacağını, hele hele gözünü kırpmadan ceset kesip doğrayan bir adli tıp doktoru olacağını hayal bile edemezdi.
“Burası Ankara İl Radyosu, Şimdi…” adlı öyküden
Şimdi onun gözüyle baktığımda, hayatından geriye gözünün önünde gün günden büyüyüp gelişen bir ben kalmış olmalıydım. İnsan bunu büyüyünce anlıyor. Başka biri için ne demek olduğunu insan geç anlıyor.
Bazı kutularda atmaya kıyamadığı eski radyolar bulmuş, birini çıkarıp getirmişlerdi. Tanıdım:
“Neden hala seversin onda vefa yok gönül.”
Benim için bu radyo, o şarkıydı.
Annemin Çektiği Fotoğraflar‘dan
Ne tuhaftır ki içinin bir yeri hep bilmiş gibi annesi yıllar sonra buraya, bu eve dönmüştü işte. Ölenlerden, İstanbul’a Ankara’ya gidip yerleşenlerden sonra odaların çoğunu kapalı tutan Zekiye Hanım, evin yalnızca kendine yetecek kadarını kullanıyordu. “Terlik sesi duyulmayan ev, ister tek göz olsun ister kırk odalı, üşür,” diyordu. “Kimsesiz ev üşür.” Kışları insanın kemiğine işleyen ayazıyla ünlü Erzurum’un gündelik dilinde nice şey “soğuk”la betimlenir, kelimeler insanın dilini ürpertirdi.
Gençken okunan kitaplarda insan zamanı fark etmiyor. Kitaplar senden zamanını bekliyor.
Esenler Otogarı‘ndan
Birbirinin hayatından habersiz bir sürü insanın yollarının, hikayelerinin, bazen kaderlerinin kesiştiği bir otogarın, hemen her günkü bilinen canlı, hareketli, tanıdık görüntüleri, kendini olanca karmaşası ve gürültüsüyle tekrar ederken, indikleri otobüslerden İstanbul’a dağılan insanlarla, otobüslerin İstanbul’dan alıp götürdüğü insanların hayatları, hikayeleri hatta belki kaderleri adeta yer değiştiriyor. Gelenler kentin içine, gidenler bütün Türkiye’ye hayalleri, ümitleri, serüvenleri, hayatlarıyla dağılıyorlar. Kader, yol ağızlarında oturuyor sanki, ağlarını burada örüyor.

Bu kitabı uzun süre beklettim. Aldım baktım sonra dedim. Tekrar baktım yine sonra dedim. Nihayet okumaya başladım ve niçin bunca zaman okumamışım ben diye hayıflanırken kitapta karşıma çıkan tümce çok ilginçti. KİTAPLAR SENDEN ZAMANINI BEKLİYOR. Şaşkınlık içinde kaldım. Kitap düşünceme cevap vermişti. 🙂