Annem sık sık Ali’yle beni tezek toplamaya yollardı, ocağı tutuşturmak için ihtiyacı olurdu. Ahırdaki kurumuz tezeği kürekle alıyor, sokaktaki tezeği de toplayıp kuruması için güneşe seriyorduk. Toplanan tezek Ali’nin annesiyle paylaşılıyordu. Bir iş verilmemişse Ali’yle köyde dolaşıp kendimize eğlence arardık. En çok köyün dışını keşfetmeyi seviyorduk, oralara gitmemize annelerimiz izin vermezdi. Bunaltıcı yaz günlerinde üstümüzdekileri çıkartır, kendimizi köyün arkasındaki derenin soğuk sularına bırakırdık. Saatlerce suyun içinde oynar, yorulunca da kendimizi derenin kenarına atar, kurbağa seslerini dinleyerek kururduk. Arada bir yanımıza gelen bir kurbağa olduğunda üstüne atlardık. Çoğunlukla elimizden kaçarlardı ancak bu kadar talihli olmayanlar pençelerimize düşer ve korkunç deneylerimizin kurbanı olurdu.
Kitaptan kısa bir alıntı yaptım. Aşağıda arka kapaktan bir kısım okuyabilirsiniz.
1953 yazında iki bin metrenin üstünde bur yaylada doğmuşum. Annem beni kucağına ilk aldığında ağlamayıp güldüğümü, havaya kaldırıp, “Sen yaşayacaksın! Güçlü ve uzun ömürlü olacaksın, hepimizi bahtiyar edeceksin!” diye haykırdığında başımdaki kara tüylerin uçuştuğunu anlatır.